Kentteki tüm sergileri hakkıyla gezmek için, belki abartısız üç haftaya ihtiyacınız var. Çiseleyen yağmur, kaçındığınız kuyruklar, leziz yemekler sizi bir tesadüfler zincirinde başka nerelere çekerse de mecburen öyle ilerliyorsunuz.
Bienalin ilk Latin Amerikalı küratörü olan Adriano Pedrosa sayesinde, Venedik adeta Batı’nın “borç ödeme” ringi olmuş. 12. İstanbul Bienali’nin de -Jens Hoffmann’la birlikteküratörlüğünü yürüten Pedrosa, São Paulo’da yaşıyor ve her tür dışlanmışlığı ana gündeme taşıyor.
KÜLTÜREL BARİKATLAR…
Irkçılık, yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı, homofobi, coğrafi ve kültürel barikatlara karşı vitrinden mahrum bırakılmış yerel sanatçılar, diasporik profiller, kuir sanatı, ana akımın gölgelediği outsider art, engellenmiş/ göz ardı edilmiş/ kıymeti bilinmemiş isimleri ve eserlerini ağırlamayı seçiyor. Bu sergide Pedrosa “yabancılar her yerde” diyerek dünyanın adeta her noktasından, Kanada’dan, Nikaragua’dan, Pakistan’dan, Filipinler’den, Sri Lanka’dan, Fas’tan, Filistin’den, Zimbabve’den 233 sanatçıya yer veriyor. Serginin tam bir dünya karması niteliğinde olduğunu görünce, doğal olarak aklıma tam 40 yıl önce San Francisco Modern Sanat Müzesi’nde dağıttığım “Modern Sanat Tarihi Batı’nın Bir Oldu Bittisidir” manifestosu ve 30 yıl önce yayımlanan “Maymunların Resim Yapma Hakkı” kitabım geldi. Batı, en azından bu bienalle, dünyada çok farklı diyarlar olduğunu kabul etmiş… Pedrosa’nın kriterlerinden biri de yer verdiği sanatçıların çoğunluğunun daha önce Venedik’e katılmamış olmaları! Sergi “Nucleo Contemporaneo” ve “Nucleo Storico” başlıkları altında iki bölüme ayrılmış. Göç, siyasi mültecilik, sürgünde veya bir diaspora altında yaşamak, neoliberal küreselleşmenin ardından sömürgeci modernizm ve geleneksel toplumlar üzerinde modernizmin yarattığı gerginlikler etrafında şekilleniyor.
Arsenale’deki Türkiye Pavyonu’nda Gülsün Karamustafa’nın yanı sıra, ana sergide yer alan Güneş Terkol, Fahrelnissa Zeid, Unutulmaz sevgili dostum Semiha Berksoy Semiha Berksoy ve kariyeri üzerinden yaşam boyu onur ödülünü alan Nil Yalter vardı. Katalogda Yalter’den bahsedilirken kullanılan “Fransız feminist sanatının öncüsü” ifadesi beni oldukça üzdü. Ancak kendisiyle çok içerikli bir röportaja da yer verilmesi bir o kadar sevindiriciydi. Bienalde Yalter’in, Nâzım Hikmet’in “Şu gurbetlik zor zanaat” dizelerinden esinlenen enstalasyonu Giardini’deki ana girişte sergilenerek büyük beğeni topladı. Ödülünü barışa adayan Yalter, yıllardır hak ettiği bir büyük ilgiyi, bu kez Venedik’te bulmuş oldu.
Sonuç olarak, Venedik Bienali çarpıcı enstalasyonlarıyla, videolarıyla, resimleriyle gürül gürül akıyordu…
MISIR’IN BAĞIMSIZLIK ARAYIŞI
Mısır Pavyonu’nda Wael Shawky’nin büyük ses getiren “Drama 1882” başlıklı 45 dakikalık videosu bir tiyatro piyesinin bienal izleyicileri önünde tekrarlanması gibiydi. Pavyonun önünde hem kuyruğa girdim hem de sizler için 45 dakikalık videonun tamamını kaydettim, Instagram hesabımda bulabilirsiniz. Osmanlı’nın son dönemini de içeren Mısır’ın bağımsızlık arayışı eserin ana konusuydu.
KADIN HAKLARI VE MÜCADELE…
Bineal’in “büyük dünya ile tanıştırma” çabasına doğrudan katkı veren birçok başka eser vardı. Kadın haklarına karşı borcunu ödeyen “Kayıp Giden Kumlar: Mücadele Şarkısı” başlıklı düzenlemesiyle Manal Al Dowayan’ın işlerini gördüğümüz Suudi Arabistan Pavyonu, bienale Cherokee köklere sahip kuir sanatçı Jeffrey Gibson ile katılarak Kızılderililere ve azınlıklara borcunu teslim eden Amerikan Pavyonu, onlarca yıl kolonize ettikleri Afrika kültürlerine karşı günah çıkaran Hollanda Pavyonu, başka sanatçıların da desteğini alarak çok düşündürücü bir düzenlemeyle ülkeye 1954’te gelen ve oradaki hayvanat bahçesinde hayatını kaybeden ilk zürafanın hikâyesini konu eden ve hayvan sömürüsüne karşı suçlarımızı ve borçlarımızı afişe eden Eva Kotatkova’nın işleriyle Çek Cumhuriyeti Pavyonu en dikkat çekenlerdi.
Öte yandan İsviçre Pavyonu’ndaki müthiş video gösterisi ile Brezilya asıllı sanatçısı Guerreiro do Divino Amor, Macar Pavyonu ve “Techno Zen” başlıklı sergisi ile multimedya enstalasyonları gerçekleştiren ve kendisi adına gurur duyduğum meslektaşım Márton Nemes, Japonya Pavyonu’nda en sade ve yaratıcı nesnelerle harika bir ses ve aksiyon senfonisi yaratan Yuko Mohri, Arnavutluk Pavyonu’nda çok çarpıcı ve öznel renklerle, izlenimcilik içinden gizemli bir erotizm çıkaran Iva Lulashi, kendisini apayrı bir ülke gibi gören Venedik Pavyonu’ndaki değerli başka isimler arasında nefis dev boyutlu renkli desenleri ile Safet Zec, Lüksemburg Pavyonu’nda Andrea Mancini & Every Island’ın gerçekleştirdiği ve ekibin performans dansçıları arasında Ankaralı Selin Davasse’nin de bulunduğu etkinlik beni en çok etkileyenlerdendi. Ukrayna ve Polonya pavyonlarında saldırgan Rus şiddetinin yansımalarıyla ilgili siyasi göndermeli yerleştirmeler vardı.
‘SİVİLLER’…
Ukraynalı sanatçılar Andriy Rachinskiy ve Daniil Revkovski “Siviller” başlıklı videoda açık kaynaklardan gelen Rus saldırılarının izdüşümleriyle sanatseverleri yüzleştiriyorlar. Polonyalı Open Group’un, sanatseverlerin de dahil olabildiği “Söylediklerimi tekrar edin” adlı interaktif-kolektif enstalasyonu sayesinde, katılımcılar kendilerini dev ekranlarda adeta savaşın ortasında bombalanan şehirlerde buluyorlardı. Bu arada İsrail Pavyonu’nun ateşkes sağlanana ve rehineler serbest bırakılana kadar kapalı kalacağı belirtiliyordu. İsrail ve Rus pavyonlarına gitmedik zaten.
ORMAN AYİNİ
Almanya Pavyonu’ndaki “Theresholds” videosu tam bir orman ayini havasında! Küratörü Türk mimar ve Staatliche Kunsthalle BadenBaden Direktörü Çağla İlk. Çok Etkileyici…Üç ayrı senaryo olarak izleyebildiğimiz videolar var. Göçe sürüklenmiş ve ihmal edilmiş insanların bir şekilde arafta yaşıyor olmaları ile ilgili ütopya ve distopyaları, en büyülü şekilde gündeme taşıyor.